Hakan Korkmaz

Tarih: 14.10.2025 12:03

Ünye'nin sessiz ustaları!

Facebook Twitter Linked-in

 

 

Ünye’nin sokaklarında bir zamanlar bir ses yankılanırdı:
Çekiç vuruşları, körük nefesleri, kalay tozunun kokusu, deriyle talaşın karıştığı sıcak atölyeler…
O seslerin kimi bitti,  belki de son nesli yaşıyor. Yani bitiyor...
Zamanın tozu, o ustaların ellerine, o seslerin yankısına çoktan çökmüş durumda.

Semerci, kalaycı, nalbant, kunduracı, ipci, çömlekçi, çapulacı…
Bu kelimeler artık genç kuşak için sadece birer “eski meslek” tanımı.
Oysa bizler için, o meslekler birer yaşam biçimiydi.
Her biri, Ünye’nin hafızasında bir iz, bir nefes, bir emek damgasıydı.

Semercilikten Kunduracılığa: Emekle Yoğrulan Şehir

Bir zamanlar Ünye’nin çarşısında, at arabalarının gölgesinde semer ustalarının sesi duyulurdu.
Gürgen ağacından özenle kesilen parçalar, derilerle sarılır, iğnelerle dikilir, ustanın elinde can bulurdu.
Bugün belki Göbü köyünde hâlâ bu işi bilen birkaç yaşlı usta vardır ama… artık o meslek, tarihin sessiz sayfalarına karışıyor.

Kalaycılar da öyleydi.
Ünye’nin ara sokaklarında “Kalaycııııı!” diye bağırarak dolaşan çingeneler vardı. Asıl yeri bakırcılardı. Halen var ve bakır tencereleri parlatır, evin hanımına “şimdi yeni gibi oldu” dedirtirdi.
Şimdi o ses de azaldı.
Çelik tencereler, teflonlar, fabrikalar aldı yerini. Araştırmalar ise, Alzheimer arttı sonucuna vardı.

Kunduracılar…
Ayağımıza giydiğimiz ayakkabının her dikişinde ustanın sabrı vardı.
Yırtılan bir tabanı onarmak, bir gün kazançtan çok, bir gurur meselesiydi.
Bugün ayakkabı yırtılınca tamirci parmakla sayılacak kaldı.

Çömlekçi, Çapulacı ve Diğerleri: Toprağın, Derinin, Ateşin Dili

Ünye’nin Burunucu ve Fevzi Çakmak mahallelerinde bir zamanlar çömlek fırınlarının dumanı tüterdi.
Toprak yoğrulur, suyla buluşur, ateşle olgunlaşırdı.
O ustalar, toprağa şekil verirken aslında hayata sabır öğretiyorlardı.
Örnek bile yok artık.

Dericiler, yani çapulacılar…
Rum ve Ermeni ustalardan öğrenilen bu meslek, Ünye’de bir dönemin ticari kalbini oluştururdu.
Tabakhaneler, kesilmiş deriyi kokusuyla değil, emeğiyle tanıtırdı.

Bir zamanlar süpürgeci, sepetçi, ipci gibi nice zanaatkâr vardı.
Hepsi doğanın içinden çıkardı: sazdan süpürge, fındık dalından sepet, kenevirden ip… Sayılı kaldı...
Her biri doğaya saygılı, doğayla dost bir yaşamın temsilcisiydi.

Kaybolan Sadece Meslek Değil…

Kaybolan sadece bir meslek değil Hakan Bey… (diyecek olsanız haklısınız.)
Kaybolan; üretmenin huzuru, el emeğine duyulan saygı, ustalığın kıymeti.
Bir zanaatkârın parmak izi kadar özgün olan emeği, bugün seri üretim bantlarının arasında kayboluyor.

Ünye’nin bugünkü çocukları, kasketçi, şapkacı, ipçi, nalbant bilmeden büyüyor.
Semer görmeden, çömlek çarkının sesini duymadan, atölye kokusunu tatmadan…
Bu sadece nostalji değil; bir kültürün yavaş yavaş silinmesi.

Geleceğe Bir Vefa Borcu

Oysa hâlâ vakit var.
Bu meslekler müze raflarında değil, yaşayan mekânlarda anlatılmalı.
Ünye Belediyesi, Halk Eğitim Merkezi, üniversite ve yerel esnaf odaları bir araya gelmeli.
Bir “Ünye El Sanatları Evi” kurulmalı mesela…
Gençler semer dikmeyi, çömlek yoğurmayı, bakırı parlatmayı orada öğrensin.
Turistler sadece denizi değil, Ünye’nin emeğini de görsün.

Çünkü bir şehir, kaybolan meslekleriyle birlikte kimliğini de kaybeder.
O ustaların elleriyle yoğrulmuş bir şehirde, yeniden üretmek mümkündür.
Çünkü 
“O eski ustaların ellerine vefa borcumuz var.”

Kalın sağlıcakla..


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —